7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu’nun ardından işgal devleti İsrail ve ittifak kuvvetleri ortaklığında Gazze’ye yönelik başlatılan saldırı, biçimsel olarak ve esasları itibarıyla bir askerî operasyondan öte bir soykırıma dönmüş durumda. İsrail’in işgalci ve sistematik insansızlaştırma siyaseti Gazze Soykırımı ile kriminal bir boyut kazandı. Gözü kara bir şekilde ortaklarını da zor durumda bırakan hamleler yapan İsrail rejimi, Gazze’de tüm insanlık tarihinin en vahşi saldırılarından birini gerçekleştiriyor.
İsrail vahşetini Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından Lahey Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) açılan soykırım davası bile durduramadı. Uluslararası baskılara kulak asmayan İsrail; önce başvurunun kabul edilmesi, arkasından davaya itirazının reddedilmesi karşısında bir hayli şaşırsa da saldırılarını sürdürüyor. Uluslararası toplumun siyasi ve hukuki açıdan İsrail’in insanlık dışı katliamlarının yargılanabileceğine dair umudunun tükendiği bir anda, UAD’nin bu kararı tüm dünyada memnuniyet yaratsa da dava görülürken soykırımın devam ediyor olması, İsrail vahşetinin ve hukuk tanımazlığının boyutlarını açıkça ortaya koyuyor. Gazze’de devam eden katliam, doğudan batıya ahlaki ve insani tüm kuralları en sert biçimde sorgulatıyor.
Bölgede yabancı terörist savaşçılar, İsrail adına katliamlar yapıyor. Dünyanın dört bir tarafından gelen ve Gazze’deki vahşete ortak olan binlerce İsrail yanlısı suçlu ve savaş maceraperesti, Gazze’de işlenen insanlık suçlarına ortak oluyor. Gerek bireysel sosyal medya hesaplarından gerekse açık kaynaklardan kamuoyuna yansıyan vahşet görüntüleri, bölgeye büyük bir suçlu akışı olduğunu net olarak gösteriyor. Peki nasıl oluyor da bütün dünyadan bu vahşete dâhil olmak için DAEŞ ve PKK/YPG’nin kullandığı terör yöntemlerini kullanan binlerce suçlu bölgeye gelebiliyor ve açık bir soykırım suçuna dönüşen Gazze Katliamı’na katılım sağlayabiliyor? Yaşanan bu hukuki ve toplumsal karmaşanın bölge için olası sonuçları nedir?
Batı literatüründe “yabancı terörist savaşçı” (foreign terrorist fighters) olarak kavramsallaştırılan bu kişiler, Cenevre Uluslararası İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları Akademisi tarafından şu şekilde tanımlanıyor:
“Silahlı bir çatışmaya taraf olan devlet dışı silahlı bir gruba katılmak maksadıyla kaynak ülkesini veya mutad meskenini terk eden; ideoloji, din veya etnik motivasyona sahip kişiler.” Bu tanım, her ne kadar ilk olarak Afgan-Rus Savaşı’na katılan İslami grup üyeleri için kullanılsa da modern dönemlerde dünyanın pek çok yerinde, özellikle sol hareketlerde bu tür katılımlar olduğu görülüyor. Örneğin İspanya İç Savaşı’nda, Afrika’daki iç savaşlarda hatta Güney Asya ve Balkanlar’daki savaşlarda da yabancı savaşçıların varlığı biliniyor. Bu kişiler için İslam coğrafyası dışındaki bölgelerde “yabancı savaşçı” tanımlaması yapılırken İslam coğrafyasında “yabancı terörist savaşçı” tanımlaması yapılıyor. Bu ifade özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında daha çok Müslümanlar için kullanılmaya başlandı. Önceleri bu kişiler için “paralı asker” tanımlaması yapılırken, Arap Baharı süreciyle birlikte farklı güdülerle çok sayıda yabancı savaşçının bölgeye akın etmesiyle bu kullanım değişti. Bölgede bilhassa DAEŞ adına hareket eden ve ekseriyetle Müslüman olan kişiler, Suriye ve Irak’taki savaşlara dâhil oldu.
Başta Fransa olmak üzere pek çok Avrupa ülkesi, terörle mücadele kapsamında başka ülkelerdeki savaşlara katılan vatandaşlarını cezalandırılmak için yasal düzenlemelere gitti. Nitekim Suriye veya Irak’taki savaşlara katılan ancak daha sonra ülkelerine dönen pek çok kişi, adli işlemler yapılarak tutuklandı.
Bölgede geniş bir coğrafyada yayılan İran da başta Afganistan ve Pakistan’dan olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinden militanları sahada kullanıyor. Terör örgütü PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’nin saflarında da çok sayıda yabancı savaşçı olduğu biliniyor.
Batılıların görmezden geldiği bu oluşumlar ve uygulanan çifte standart, Ukrayna’da farklı bir boyut kazanmış durumda. Ukrayna ve Rusya saflarında savaşan paralı askerler yabancı terörist savaşçı olarak tanımlanmıyor. Hatta bizzat Avrupa başkentlerinde Ukrayna Savaşı’na katılımı teşvik etmek için çeşitli kampanyalar düzenleniyor.
Yabancı terörist savaşçı kavramının Batı’da el-Kaide ve DAEŞ’in oluşum süreciyle bütünleşik bir şekilde kullanılmaya başlandığı, zaman içinde DAEŞ dışı İslami oluşumlar için de bu kavramın kullanılması için özel çaba sarf edildiği anlaşılıyor. Oysaki Cenevre Uluslararası İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları Akademisi’nin tanımlamasına ve kullandığı ölçülere dikkatle bakıldığında bu terimin herhangi bir grubu tanımlamak için seçilmediği, uluslar ötesi boyut kazanan her türlü sınır ötesi oluşumu tanımlamak için kullanıldığı görülüyor.
Karanlık geçmişi ve ilişkileriyle İslam’ın ve İslam toplumlarının mücadele mirasına büyük bir ihanet olarak görülen DAEŞ savaşçıları için kullanılan bu terimin Ukrayna Savaşı’ndaki yabancı savaşçılar ve PYD/YPG teröristleri için kullanılmıyor olması altında ise başka hesaplar olduğu anlaşılıyor. Bu noktada cevabı merak edilen sorulardan biri de İngiltere, ABD, Almanya, Kanada, İsveç, Danimarka gibi ülkelerden bölgeye intikal eden yabancı savaşçıların ülkelerine döndüklerinde nasıl karşılanacakları? Bu kişiler yasal takibata uğrayacaklar mı, yoksa ödüllendirilecekler mi? Bu, Batılı “demokrasiler” için oldukça önemli bir sınama olacak.
Açık kaynaklardan görüldüğü kadarıyla daha önce başta Ukrayna ve Suriye olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde savaşan binlerce yabancı terörist savaşçı bugün Gazze’de İsrail adına katliamlar yapıyor. İsrail’in meskûn mahal çatışmalarında tecrübeli yabancı savaşçıları istihdam ettiğine dair çok sayıda veri de mevcut. Fransız ve İspanyol medyasında çıkan haberlerde de İsrail’in savaşta binlerce paralı asker kullandığı iddialarına yer veriliyor. İspanya’nın El Mundo gazetesinin İsrail ordusundaki bir İspanyol paralı askerle yaptığı röportaj, İsrail’in Gazze’de haftalık 4.000 avro karşılığında küçük bir paralı asker ordusu çalıştırdığını ortaya koyuyor. Kassam Tugayları da benzer iddialarda bulunuyor. Bu haberler üzerine Güney Afrika Cumhuriyeti İsrail’de savaşan vatandaşlarını yargılanmak için hukuki adımlar atılacağını açıkladı.
2014 yılında, Cenevre merkezli Avrupa-Akdeniz İnsan Hakları İzleme Örgütü (Euro-Med), İsrail ordusunda 6.000 paralı asker bulunduğunu ve bunlardan en az 2.000’inin ABD’den geldiğini açıklamıştı. İsrail Meclisi Araştırma ve Bilgi Birimi tarafından yayınlanan bir raporda ise, 2002-2012 yılları arasında “yalnızlar” (ailesizler) lakaplı paralı askerlerin yıllık ortalama sayısının 5.500 olduğu kaydedilmişti.
Gazze’deki katliamlara katılan yabancı terörist savaşçılar, başta ABD olmak üzere Belçika, Fransa, İtalya, Almanya, Ukrayna hatta Japonya gibi Batı yanlısı ülkelerden geliyor. Yakın zamanda Ukrayna’da savaşan Forward Observations Group (FOG) isimli paralı asker oluşumunun da Gazze’de faaliyet gösterdiği sosyal medya hesaplarından paylaşılıyor.
İsrail konuyla ilgili sessizliğini korurken, yabancı terörist savaşçıların mali yükünü ABD’nin yardımları ve diasporadaki Yahudilerin bağışlarıyla karşıladığı belirtiliyor. DAEŞ bünyesindeki savaşçıları terörist olarak tanımlayan ve küresel imkânlarla izleme, takip, yakalama ve yargılama yapan Batılı ülkeler ise Gazze’deki vahşete katılanları yabancı terörist savaşçı statüsünde bile görmüyor.
Lahey’de devam eden soykırım davası esas alınarak Gazze’deki sivil katliamlarına doğrudan ve alenen destekleri sebebiyle sürecin içinde bulunan ülkelerin de yargılanması, uluslararası adalet açısından son derece önemli. Soykırım suçuna dahil olan ve destek sağlayan ülkeler, uluslararası terörle mücadele ilkeleri kapsamında uluslararası bir mahkemede yargılanmalı. DAEŞ unsurları için işletilen tüm hukuki ve güvenlik prosedürleri Gazze soykırımına dahli olanlar için de uygulanmalı.
Uluslararası norm ve yasalar tek bir grubu stigmatize edici şekilde işaret edemez. Hukuki normlar ve onlara esas teşkil eden kavramsal çerçeve kişi, toplum ve milletler arasında farklılaştırılarak ele alınamaz. Yabancı terörist savaşçı kavramı, kabul edilmiş uluslararası bir kavram olarak nasıl DAEŞ unsurları için kullanılıyorsa Gazze’ye İsrail lehine savaşmaya giden tüm unsurlar için de normatif bir kavram olarak kullanılmalıdır. Zira Gazze’de açık bir savaş suçu işlenmekte ve soykırım yapılmaktadır. Hukukun üstünlüğünü savunan ve insani değerlerin varlığına inanan her devlet, Gazze’de çocuk katliamına, sivil katliamına ortak olmuş her vatandaşını tutuklamalı ve açık bir şekilde hesap sormalıdır.
Gazze’deki katliamlara karşı bazı ülkelerin irade ve temsil konusunda derin bir zafiyet içinde olduğu görülmektedir; dolayısıyla bu durum karşısında uluslararası kuruluşların ve sivil toplumun daha güçlü inisiyatif alması gerekmektedir.
Gazze’ye savaşmaya giden terör unsurlarının uluslararası hareketlilikleri engellenmelidir. Ülkemizi geçiş ülkesi olarak kullanan ya da ülkemiz vatandaşı olup dinî, ideolojik ya da ekonomik sebeplerle eli Gazze’de kana bulanmış herkese yabancı terörist savaşçı statüsünde muamele edilmeli ve bu kişiler Türk yargısı önünde hesap vermelidir. Bu noktada Güney Afrika Cumhuriyeti’nin attığı yasal adımlar ülkemiz için de emsal teşkil edebilir. Bu adımlar Gazze’deki vahşete ortak olan her sivilin soykırım suçuna ortak olma sebebiyle hukuki tahkikatına imkân sağlayan yeni bir sürece işaret etmektedir. Ayrıca bazı YPG, PYD ve PKK unsurlarının da Gazze’de İsrail-PKK kardeşliği temelinde İsrail lehine savaştığı, hatta bazı terör unsurlarının bu savaşta öldüğü de bilinmektedir.
Neticede uluslararası literatürün kabul ettiği ancak ustalıkla İslam’ın terörize edilmesi amacıyla kullanılan yabancı terörist savaşçı kavramı, İsrail’in Gazze’de devam eden katliamları sonucu zeminini değiştirecek yeni bir boyut kazanmış durumdadır. İsrail’in tüm askerî ve teknolojik üstünlüğüne rağmen Filistinli direnişçilere karşı gösterdiği zafiyeti kamufle etmek adına yabancı terörist savaşçı kullanması hem bölgenin yeni gerçeklerine hem de bölgenin güvenliği ve istikrarı için yeni bir olguya işaret etmektedir.